Sanki yazmayı unutmuşum. Kendi düzenimde sık yazıyordum aslında, ama araya sıkıcı şeyler girince uzun bir ara vermiş gibi hissediyorum. Her neyse, hiç ilgilenmediğim, sevmediğim prosedürlerle bir süreliğine ilişkimi kestim, sınavlar bitti ve sonunda bin yıllık düzenime geri döndüm. Sınava sadece iki gün kala elimdeki öyküleri bir kenara koyduğum için büyük bir ara olmadı bu, geceleri O'Connor ve Sadık Hidâyet okuyorum yine. Birini biraz fazla olsa da (o'connor'ın öyküleri gerçekten çok etkileyici), iki yazarın dilini de çok seviyorum. O'Connor zorluyor, köşeye sıkıştırıyor, Hidâyet sakin diliyle korkmamamı öğütlüyor; insanın olduğu yerde acı, dehşet hep vardır, sadece biraz bekle, diye fısıldıyor kulağıma. Sözünü dinliyorum; onların sözcükleriyle uykuya dalıyorum.
Neden bilmem, biraz korkutucu geceler. Uyku hemen gelse sabah elbette olur, gölgeleri takip etmeye gerek kalmaz, ama gelmiyor.
Film izlemeye başladım yine. Ara verdiğim için hevesle başladım ve ilk filmle hayal kırıklığına uğradım. Silver Linings Playbook,'u izledim, kötü bir filmdi. Aslında kötü demek -belki- haksızlık olacak, şöyle diyeyim abartıldığı kadar iyi bir film değildi. Romantik komedi filmlerinde çok fazla mantık aramam, beni gülümsetsin, keyif versin yeter, ama bu film çok zorluyordu şansını; abartılı karakterler, bu karakterlerin illaki birbirlerinde aşkı ve mutluluğu bulması, bir hezeyan oyunculuklar, sevemedim işte, ne bileyim. Dün gece sıcak odamda, yumuşak koltuğumda oturup kitap okurken yine film izlemek aklıma düştü, kendim kaşındım yani. Eric Bana uzun süredir etrafta görünmüyor, onca film arasında da onun filmine tıklamışım, bakayım bakalım ne yapıyor bu adam dedim, demez olaydım. Deadfall diye bir filmdi açtığım, filmin başında bir kaza oldu (hakkını yemeyeyim yönetmenin, iyi çekmiş o sahneyi), sonra paralar, uyuşturucu, silahlı adamlar filan hiç benim tarzım olmayan bir yere gitmeye başladı film. Her filmi izlerim de uyuşturucu, silah, para, kötü adam, femme fatale birleşince bana fenalık geliyor, ilk on dakikasında kapattım filmi. Bu benim için büyük bir başarıdır tabii, ben ki eskiden en aptal filmleri bile sonuna kadar izlerdim, şimdi nerede o sabırlı kız, otuzlu yaşlar hızla geçerken bir şeylere tahammül sınırı da azalıyor sanırım. Başka bir filmi açtım, şanslıymışım iyi çıktı.
Somersault, seçtiğim ikinci filmdi ve şanssız gecenin fırsat maliyetini azalttı. A hah, işte böyle araya iktisat parçaları atıp boşa çalışmadığımı, emeklilik için çektiğim çileleri günlük hayata bir şekilde yansıtabildiğimi, gösteriyorum sizlere;p Film güzeldi, yine, yine, yeniden, aynı cümleyi kullanacağım, benim filmim değildi, en sevdiklerim arasına girmez ama naif, hoş bir filmdi. (unutmadan, bu hafta naif olduğum için neredeyse suçlandım, onun için haddim olmayarak, naif olmadan bir kere daha düşünün diyorum size, naiflik kötü bir şeymiş, miş, mış...) Güzeller güzeli Heidi, filmin baş karakteri. Heidi filmin başlarında annesinin erkek arkadaşıyla öpüştüğü için (tamamen nedensiz, belki de sadece meraktan) evi terk ediyor. O kısım bize gösterilmiyor, sanırım annesinin çok üzüldüğünü, onun yüzüne bakamayacağını filan düşünüyor. Sonrası bir tutunma, varlığını başkasının varlığında bulma çabası. İnanılmaz büyük bir bireysellik vardı film karakterlerinde, filmin tüm dokusunda. Kimse birbirine dokunmuyor. Dokunursa da sadece seks amaçlı bir dokunma bu. Herkes yalnız, yalnızlık öyle şiddetli ki Heidi cinsellikle yalnızlığını unutmaya çalışıyor. Birine tutunmak istiyor, olmuyor. Kendisine bir çift kırmızı eldiven aldığı sahneyi çok sevdim, o eldivenleri ellerine takıp, kendi kendine tekerlemeli bir oyun oynaması içimi acıttı. (benim çocukluğumda "aaa mella" diye bir oyun vardı, onun gibi. lily ve rüya'ya da öğrettik, nesilden nesile gidiyor;)) Sevdiğini düşündüğü çocuğa (kimse hislerinden emin değil filmde, kızın çıktığı çocuk heteroseksüel mi yoksa homoseksüel mi olup olmadığını bile bilmiyor) birinden hoşlanırsam ona dokunurum diyor, ellerine dokunurum, sonra bakarım diye ekliyor, ve gözlerini kaçırmadan dosdoğru çocuğa bakıyor. Heidi'yi sevdim ben, çok hatalı, çok yanlış, çok çocuk, ama biliyorum hepimiz o yollardan geçtik. Ergenlik en zor zanaat, en zahmetli iş, eğer elinden tutan yoksa karanlık hemen bir adım ötede. Karanlıkla demek istediğim, yalnızlık, mutsuzluk, kimsesizlik elbette yoksa neyin karanlık, neyin aydınlık olduğunu bilemem, ahkâm kesmeyi de itici bulurum. Böyle işte, etraftaki onca soğukluğa ve ilgisizliğe inat, "naif" ve doğal bir film izlemek isterseniz Somersault aklınızda olsun, yavaş, sakin ve güzel bir film.
Geçen akşam markete gittim, yapacağım yemeğin malzeme listesi cebimdeydi ama bu sefer b planım da vardı. Evet, ben, ben olalı ilk defa alternatif bir plana sahiptim, göz yaşartıcı belki, fakat doğru;) Manav bölümüne öylesine baktım, çok fazla meyve yemiyorum zaten, sınavdan birkaç gün önce portakal, kırmızı elma ve havuç depolamıştım eve, meyve sıkacağını tezgahın üstüne çıkarıp gitmişti annem (evet, meyve yemem, olmadı en azından suyunu içmem için her şeyi yaptı canım annem), suyunu içerim diyordum. Eh, içtim de, yalnız size şunu söyleyeyim bir bardak meyve suyu için çekilmeyecek külfet, zahmet bu meyve sıkacağı işi. Öyle çok aparatı var ki, meyve sıkma işlemi pratik olsa da, arkasından on tane parçayı yıkamak gerekiyor, hemen yıkamamayı düşünmem bile, kuruyunca asla çıkmaz o bulaşık. Böyle sıkıcı bir durum sizin anlayacağınız (tamam, biliyorum tek derdim bu değil;)). Meyve reyonunda kalmıştım değil mi? Yeşil elmalara takıldı gözüm, muhteşem bir görsellik, poşete doldurmaya başladım ben de. Dalmış gitmişim, kasaya varınca çocuk hesaplarken fark ettim çok aldığımı. Üstelik benim gibi meyve yemeyi unutan birisi için çok kelimesi yetersiz kalır, çok çok fazla almışım. Fotoğraftakiler yemek için ayırdıklarım, gerisini sıkacağım artık, hayırlısı.
Bu elma bahsini ağzımdaki ekşi tadın metaforu olsun diye açmadıysam ben de Justine değilim, fakat gelin görün ki nasıl bağlayacağımı bilemedim şimdi. Hmmm, bugünlerde tadım yok diyeyim. Gülüyorum, konuşup, sohbet ediyorum da ben bende değilim pek. Önümüzdeki günlere bakacağız artık. Yukarıya Mahler'in farklı senfonilerinden seçtiğim parçaları koydum. Araya bir, iki değişik parça atsam da sadece bunları dinliyorum son zamanlarda, bunlara tahammül edebiliyorum. Müzik bile zorluyor insanı, bilirsiniz, onun için sessizlik ilaç gibi geliyor.
19 yorum:
ne yazık ki benim de meyve yeme alışkanlığım yok, örneğin yıllarca elma yemesem bir eksiklik duymam. meyve yemek, meyve suyu içmek oldukça zahmetli işler ayrıca. mesela benim en rahatsız olduğum şeylerden biri portakal yerken ellerimin yapış yapış olması, soyarken etrafa portakal suları sıçraması. aslında birileri hazırlasa bazı meyveleri yerim. mesela nar. kaysıyı seviyorum zahmetsiz bir meyve ve barsaklarıma iyi geliyor. şeftali de yine etrafa su akıtma problemleri var...amaannn benim de pek keyfim yok işte. meyve muhabbeti ile oyalanıyorum.
silver lining playbokk u ben beğendim çünkü hepsi çatlaktı ve düşündüklerini ifade edişleri beni çok eğlendirdi. o kadar doğal, kısıtlamadan ama gerilmeden birbirleri ile iletişim kurabilmelerini izledim aslında film boyunca. aşk meşk kısmı beni pek ilgilemdirmedi. imrendim iletişim biçimlerine.
Umarım bir an önce geçer sıkıntı. Müzikler yine çok güzel.
Hamileyken yediğim yeşil elmalar burdan köye yol olur:) Ben de senin gibi meyve yemeyen biriyim üstelik.
elmalı turta yap tarçınla nasıl güzel kokuyor bu ikili:) Yemesem de evi doldursun yetiyor o koku.
Bir bahçeye yolum düştüğünde meyve ağaçlarına pervasızca dadanıp, evdeyken buzdolabında meyve olduğunu akıl edemeyen biriyim ben de. Severim de halbuki.
Bir tatsızlık var evet. Ama şu cemreler bir düşseler sırayla, bahar gelse düzelecek sanki her şey.
Şeftali konusunda ne kadar da haklısın, yapış yapış gerçekten, peki benim, yemesini epey zahmetli bulduğum şeftaliyi çok sevmeme ne demeli?;p Hah ha, en sevdiğim meyvelerden biridir şeftali ve Poliş'e göre uzaktan, sembolik olarak seviyormuşum ben meyveleri;) Haklı valla; elma, şeftali, mandalina bayılırım bunlara ama yemeyi hep unuturum. Nar da iyidir bak, üzüm de... Yok böyle olmayacak, tüm meyveleri sayacağım yerli malı haftasındaymışım gibi, kısaca özetleyeyim; meyvelerin hepsi harika ama biz bazı üşengeçler onları yemeyi unutuyoruz;)
Filmdeki çatlaklık dediğin şeyleri ben yapmacık ve sahte buldum Guguk Kuşu, inandırıcı gelmedi pek. Erkek biraz daha gerçekçiydi sanki de kız olmamış. Hmmm, ayrıca ben o iletişim şekline gerilmeden demezdim valla, epey gergindi tüm ilişkiler;p
Filmi boş ver sana bir şey olmasın, öpüyorum, çok sevgiler.
Biri elmalı turta mı dedi!? Ah Ebrucuğum annem çok güzel yapar elmalı turtayı, ve ballı elmalı turta olur onun yaptığı, hem tadı bal gibidir hem de gerçekten üzerine bal döker. Harika bir görüntüsü ve lezzeti vardır annemin turtasının, bir de iki dakikada yapar, bitirir işini. Laf aramızda, ben olsam yarım gün mutfaktan çıkmazdım;/
Çok sevgiler, selamlar.
Sevgili Must., desene bir kişi daha katıldı meyve sevip de yemeyenler kulübüne, gittikçe büyüyoruz ne hoş;p
Bahar geliyor değil mi? İyi, peki gelsin bakalım, düzeltsin ama senin de fark ettiğin bu nahoş havayı, eli boş gelmesin, tavsiyem budur.
Çok sevgiler.
Çamaşırlar yıkanmış bir şekilde, makinede tarafımdan asılmayı bekliyor, film seyredeceğim güya ama daha hangi film onu bile seçmedim (ki bu süreç çok uzun sürer benim cephede:/), çerez filan hazırlayacaktım film izlerken yerim diye...
Ama ben ne yapıyorum; header'a takıldı gözüm, sıkıldım onu değiştireyim diye fotoğraf bakıyorum. Çok cins bir tipim sanırım, neyse değiş tonton, her anlamda hem de!
sevgili justine,
annişin yaptığı elmalı turta değil ballı elmalı kek, benim yaptığım elmalı turta. burada bahsi geçmemesine üzüldüm. yediyirmidört çalışıyoruz ama bu kente hep uğruyoruz, unutulmasın.
ayrıca herkesler duysun bu tatlı justine benim dilimleyip önüne koyduğum mandalina ve elmayı bile yememiştir zamanında:-) meyveyi uzaktan uzaktan, en çok natürmortlarda sever:p
çok çok öpüyor, çok kocaman seviyorum valentine çiçeği!
p.s. o korku filmini hatırlıyor musun, hani sevgililer gününde geçen. serap'ın pür dikkat izlediği:-)
Hah ha, çok güldüm, kahkaha attım hatta!;))
Bebeğim aslında elmalı turta lafı geçince ilk aklıma gelen senin yaptığın "deneysel" ve muhteşem şeylerdi;p Ama yaşlılık tabii, yavaş yavaş amneziye doğru gidiyorum, annemin ballı keki (kek miymiş o? tatlıyla ilişkim bu kadar işte) hatıralar arasında daha baskın geldi. Kusura bakma artık, yalnız bana inanmalısın ki aklımdan geçtin;))
Bir de sinir yapardım değil mi; sen meyve hazırlayıp getirince "şimdi yiyemem poliş, sonra!", diye havalanırdım, niyeyse?;)
Hatırlamaz mıyım! Tabii hatırlıyorum, sevgililer günü ile tek ilişkim inanılmaz komik ve kitsch korku filmleridir;) Nasıl da dayanıyorduk onlara yahu, ama Serap en sabırlımızdı, Kubrick filmi izlermişcesine dikkatli izliyordu o filmleri. Emeğe saygısı ve bizi güldürdüğü için takdir etmeliyiz ablamı;p
-----------
Buralara uğradığını biliyorum canım, çok özledim seni. Öyle özledim ki çok fazla foto arasından senin doğum gününde, yine senin çektiğin kışa hiç uymayan bir fotoyu header yaptım biraz önce. Sağlık olsun ne yapalım, o güzel günü hatırlatması yeter;p
Şimdi iş zamanı, yorumunu görmeden önce eft yaptım, sırada çamaşırlar var. Sonra film izleyeceğim, of ya saat yine kaç oldu!
aslında bu meyve konusu oldukça önemli. öyle geçiştirmeye gelmez. sanırım elma hariç diğer meyveler soyulup doğranıp önüme gelirse çatalla keyifle yerim.
filme gelince belki şu sıralar en çok ihtiyaç duyduğum şey içimdeki çürüşmüş ve bu çürüşmüşlükten doğan gazla bana basınç yapan şeylerin dışarı förtlemesi olduğu için sana yapay gibi gelen bu çatlaklık bana inanılmaz keyşf verdi. eh gördüğün gibi hayatı algılarımıza göre biçimlendiriyoruz:) en azından ben:)
A, bu yorumu unutmuşum ben yahu! Saçmalık! Gelen yorumları seçip, toplu hâlde yayınlaya bastığım için son yazıma gelenleri cevaplayıp, bunu burada unutmuşum. Senin yazını okurken aklıma geldi, Guguk Kuşu bir yorum yazmıştı bana, neredeydi o diye bakındım ve buldum. Kusura bakma lütfen, gerçekten çok üzgünüm. Hay allah.
Neyse, gelelim meyve yeme konusuna;) Elmayı neden sevmiyorsun ki, en güzel meyvelerdendir elma; çıtır çıtır, sulu ve lezzetli, hmmm, canım istedi bak;)
Filmi neden sevdiğini anladım, nedenlerinde de oldukça haklısın. Eh, ne diyelim o zaman; filmler ve kitaplar bize vadettikleriyle değer kazanır, sen sevdiysen senin açından sorun yok öyleyse;)
Sevgiler çok.
Çok yaşayın kızlar beni gildirdiünüz, Allah da sizi güldürsün! Şaka maka o film belki de hatırladığım tek filmdir. Arka planda çaktırmadan geçip, merdivenlerden çıkan çocuk! Hah hah ha, sadece bunu hatırlıyorum desem:)) Şimdi sen elmali turta deyince benim aklıma Poliş'in turtaları geldi inkar edemem, anneminkisine ise ben rastlamadım. Poliş yenmeyip kalsa da teoride çok lezzetliydi o turtalar canım, sorun biz de maaile tatlıyı sevmiyoruz! İkinizi de çok özledim, çok. Ben bugün yola gidiyorum, acil iş çıktı. Bana şans dileyin kızlar, ben sizlere ve herkese burdan diliyorum...
serap
Ya sahi, o çocuk neden merdivenlerden çıkıyordu ki?;)) Bence, biz kızlar bir araya gelip, özellikle o film için bir gece düzenlemeliyiz. İnan, hiçbir film hak etmiyorsa bile özel ve nadide o film (maalesef adını unuttuğum!) hak ediyor bu ilgiyi;p
Hmmm, annişin ballı kekini hatırlamadın demek, en çok onu yapıyor aslında, bir söyleyiver hemen yapsın size. Lilişka belki sever;) (yazar burada ironi yapıyor;p)
Bol şans tatlım, çok öpüyorum seni, kendine ve ufaklığa dikkat et lütfen;p
hay allah kendini üzme böyle şeyler için. ben ille de cevap bekleyenlerden değilim. ama cevap görünce tabiki de seviniyorum. buarada geveze olduğumunda farkında olduğum için her yorumuma cevap yazmasan da olur:) ama herkesle gevezeleşmiyorum. aslında bu kadar önemli şeyleri konuştuğum, hatta konuştuğum çok az insan var. bazı şeyleri konuştuğum kişi ise hiç:) bir iki blogdost da olmasa dilim paslanacak. garip öylesine okumaya başlamıştım eski yazılarını cevabını görmüş oldum. sevgiler.
Ben de gevezeyim;p
Sevgiler Guguk Kuşu;)
Merhaba, o müzik widgetını oraya nasıl koydunuz?
Merhaba, yukarıdaki müzik widget'ını grooveshark sitesinden ekledim. Yazının ortasındaki müziği ise divshare sitesinden. DivShare, diğerlerinden biraz farklı bir site, müzikler sitede hazır değil, siz ilk önce oraya istediğiniz parçayı yüklüyorsunuz (kendi bilgisayarınızdan), sonra da hep yaptığımız gibi embed kodunu bloğunuza yerleştiriyorsunuz.
Umarım yardımcı olmuşumdur, bir sorun olursa tekrar sorabilirsiniz.
Hoşçakalın.
Çok teşekkür ederim. Çok işime yaradı. Olursa sorarım yeniden
Tamamdır, kolay gelsin.
Yorum Gönder