Pazar, Mayıs 12, 2013

bir karış sıkıntı

(Lantern Tangle / Kelly Vivanco)


"Chloé'nin gözüne giren güneş ışınlarından  birinin ucunu sertçe kıvırdı. Işın yumuşak bir hareketle kırıldı ve odadaki mobilyalar üzerinde dolaşmaya başladı."*

Hayal kurmayı beceremem ben, eskiden, çok küçükken biraz daha iyiydim, yatağa girdikten sonra uzun bir süre uyumam, düşünür dururdum.  Sonra ne oldu, ne değişti bilmem, gitti, kalmadı bir şey. Gerede'de hayal kurmaya çalışırken otelin tüm seslerini duyardım, müziğin sesini biraz daha açar, kulaklığımı daha fazla bastırırdım kulaklarıma, tıkırtılar azalır kendi müziğime sığınırdım. Eğer düşündüğüm şeye uymuyorsa müzik, uydururdum. Hayal kurmayı o yaşlarda gerçekten becerirdim. Otellerden ise hâlâ korkarım, gece duyulan ayak seslerinden de. Ama bunu geçelim. Otel yaşımdan çok çok önce, ilkokul zamanları kendimle konuşurdum, iç sesim o kadar yüksekti ki başka bir müziğe ihtiyaç duymazdım. Şimdi düşünüyorum da babamın tabutu evin alt katının girişinde taziyeleri ve belki de en çok kendi kaderini beklerken kulağıma sıkıca yerleştirdiğim kulaklık beni ağlama ve teselli seslerinden değil kendi iç sesimden korumak içindi, kendimle konuşmak cehennem gibiydi, konuşmamak için kendime uyuma taklidi yapmış, ajda pekkan'ın o kasedindeki şarkıları bir daha hiç unutmayacak şekilde beynime kazımıştım. Sanki, şimdi tüm sesler intikam alıyor. 

Ben çocuk yaşlardayken, evet boyum bir karışken; henüz televizyonun evlere yeni yeni girdiği zamanlar (ya da bizim eve yeni girmişti, bilmiyorum), tek kanalın kafasına göre takılıp bizi kendi seslerimizle baş başa bıraktığı zamanlardı o zamanlar, oturduğumuz köy evinin bahçesindeki kümese dadanmıştım. Tavuklar için tahtadan bir kümes vardı, içindeki beş on tavuk da benim eğlencem. Onlara yem verirken onların da benim gibi hemen hemen aynı şeyleri düşündüğünü ve inanılmaz sıkıcı bir yaşamları olduğu için bana minnet duyduklarını zannederdim. Şimdi bunu doğrulayacak ya da yanlışlayacak hiçbir şey yok tabii elimde, hâlâ tüm bu safsatanın gerçek olup olmadığını bilmiyorum. Ben çoğu saçmalığa inanırım, çoğu gerçeğe inanmadığım gibi. Her neyse, işte o tavuklarla iç sesimle konuşurken ben, büyük ve sessiz bir göz beni takip ederdi. Büyüktü; çünkü nereye gitsem beni görürdü, sessizdi; çünkü ne yaparsam yapayım asla beni uyarmaz bana karışmazdı. Mutlak gölge. Bir gün büyüklerin fındık topladığı bahçeye (çok büyük bir yerdi, tarla belki de) gitmem gerekti, yanımda uzaklardan gelen bir adam, ona eşlik edecektim. Uzun bir yol, yürümeye başladık, "isim, nerede okuduğum, şirin şey", faslını geçtikten sonra, adam bana İstanbul'da yaşadığı bir olayı anlatmaya başladı. Kullanacağı kelimeleri çocuk aklımın hizasına kadar indiriyor, tartıp biçtikten sonra bana servis ediyordu, adam askerdi, anlattıkları komik şeyler olmalı ki gülmeye çalıştığımı hatırlıyorum, gülmezsem ayıp olurdu ama başka şey düşünüp numara yaparsam, hayır anlamazdı. Tek sakınca yanlış yerde gülmemek, onu da becerirdim küçük aklımın hizasına indirilen kelimeler yormamış olacaktı beynimi, kurnazlığa işletmek zor olmuyordu. Çok daldım, doğru yerde güldüm, doğru yerde baş salladım ama yanlış tarlaya gittim. Küçüklerde gurur default geliyor, yalan söyledim; "eskiden burası bizim tarlamızdı, yeni sattık, dün de burada topladılar fındığı." Güldü, nefret ederken severken zorlanmadığımız kadar kolay nefret edilir o yaşlarda, o zaman en birinci düşmanım oldu o adam, hayallerimde kocaman bir düşmana ihtiyacım vardı, itinayla yerleştirdim onu oraya. Rahatlamıştım.

Şimdi, bu yaşlarda her şey nasıl da büyük mesele, nefret etmek bin tartıya, sevmek bin nedene bağlı, hep aynı şarkı kulaklarımda; hayat çok zor, hayat gerçekten zor. Öyleyse Günlerin Köpüğü'nü tekrar hatırlayalım; canımı sıkıyor, canımı sıkıyor, canımı çok sıkıyor. 
-----------
*Günlerin Köpüğü / Boris Vian

7 yorum:

matias dedi ki...

juss, gece gece cok saglam seyler paylastın..
dusunuyorum da hala hayal kurmamız icin zamanımız var:)

matias dedi ki...

sabahın herkes icin sabah oldugu bir saatte kadın;
beyazlar icinde kumsala inip kocaman gulumsedi orulu saclarını orten sapkası altından durgun maviye..
ve yola dustu..
:)

fonda; portishead - roads

justine dedi ki...

;) Sağol matias, şarkı ve seslenmen için.

alkım doğan dedi ki...

justine, bu benim için on bin madlen gücünde bir yazı! tüm çocukluğum sökülüp gelebilir ardından;) çocukluğu ağır yaşamakla ilgili midir bu bilmiyorum. insanın içinde sanki geçmişten beri taşıdığı, çöreklenmiş bir sıkıntı var.

hayat gitgide zorlaşıyor, gitgide daha fazla yük taşıyoruz (kendimizi, gölgeleri). bir de dünyada olan, gitgide hafızamızda biriken "kötü" şeyleri.

hayal kurmadan dünyaya katlanmak zor. benim için hayal kurmak, "gezmek". kimi zaman gerçekten, kmi zaman zihnimde. gezerken bir süreliğine de olsa anonim, hatırasız ve köksüz biri olabilmek, kendi trajedinden uzaklaşmak. sevdiğim insanlar bir yana, başka da panzehirim yoktur hayatın acısına karşı, bulamadım;)

sık sık "canım sıkılıyor" derdim küçükken. annem de renk renk düğmeler koyardı önüme, katlanır dikiş kutusunun -şu üç katlı olanlardan- gözlerini açıp "hadi oyna," derdi. aslında o günden bugüne sıkıntının renklerle geçeceğine dair bir inancı da korurum. insan zihni ne tuhaf!

bir şarkı da benden, "the river"- pj harvey.

Throw your pain in the river
Throw your pain in the river
Leave your pain in the river
To be washed away slow

sevgiler justine. güzellikler, kelebekler her daim:)




çello çalan kedi dedi ki...

Hey Jus, bu sabah, bu umutsuz sabah, bloğun, yazıların, sen çok iyi geldin, sabki başka bir şeye dönüşüyormuşum da sen çekip çıkarmışsın. Günaydın :)

justine dedi ki...

Sıkıntının renklerle geçeceğine dair inanç ne güzelmiş, çok sevdim;) Şuna inanıyorum; küçükken tutunduğumuz herhangi bir şey, bizi mutlu eden küçük bir iz, işaret, büyüyüp hayalleri tartıp biçmeye başladığımız zamanlarda bizi koruyor, nefes almamızı kolaylaştırıyor. Dikiş kutuları, renk renk düğmeler, bez bebekler, sıkıntı kolayca dağılıyordu işte bunlarla, evet, çok sıkıntı vardı ama onu dağıtmaya yetecek inanç da fazlaydı. Hmmm, belki de inanmaya hazırdık, tam bilemedim şimdi;)


Hediyeleri çok severim, şarkılı hediyelere ise bayılırım Alkımcığım, sımsıkı sarılıyorum sana, çok sağol sen.

Sevgiler, iyilikler ve elbette kelebekler seninle olsun;p

justine dedi ki...

Hey Çello!
;)
Yorumunu twitter iletisinde ilk gördüğümde şaşırdım ve çoook mutlu oldum. Uzun süredir sesini duymadığım, sevdiğim biri seslenince böyle oluyor bende hâller;)

Dönüştüğün o başka bir şeyi bilmem, ya da tam dönüşürken kurtulduğun, ama maya iyi, ne olduysan iyi olmuşsundur, eminim;p

Çok sevgiler, selamlar.